Feeds:
Yazılar
Yorumlar

Archive for Mart 2007

Çetece

Şahsım ve çok sevgili Çetem adına tüm ziyaretçilerimizin, dostlarımızın ve aslında ayırımcılık yapmanın ne gereği var, tüm müslümanların diyelim biz olsun bitsin, evet hepsinin ve hepinizin geçmekte olan Mevlit kandilini kutlar hakkımızda hayırlara vesile olmasını temenni ederim.

Biz Çete olarak bi koşu bir kaç yüz kilometrelik bir yolu katedip geliyoruz. Berlin sizlere emanet. Eti sizin kemiği bizim 😛

Dualarda anılmak ümidiyle..


Read Full Post »

Pasta yaptım. Bana sorarsanız güzel oldu. (Avukatın, Sina ne kadar da mütevazısın deyişini duyar gibiyim. Allah seni çok sevsin Avukatcığım, sayende kibirli olamıyorum). Peki anneciğim beğendi mi? Nayır (Bi de bu nayır iki gündür nalışkanlık oldu bende). Ne dedi peki? Şunu dedi: Bizim köyün tandırındaki çamura benziyor (Pasta çikolatalı kakaoluydu da). Neyse ya, bari köyünü hatırlattım ona. O tandırın başında ekmek yaptığı günleri belki de. Bazen bazı şeyleri hatırlatmak gerekiyor işte (Mesela: Aaasuude, yarın onbir buçukta, unutmadın dimi? Tamam belki de bunu hatırlatmak gerekmiyordu, ama olsun). Hatırlatmaktan bahsedince Miraçtan da bahsetmeli. Şimdi Miraç, Abdullah Faruğun amcasının oğlu oluyor (bkz Zeytinin Burnu). Abdullah Faruk ise Sinanın amcasının oğlu oluyor. Dolayısıyla Miraç ta Sinanın amcasının oğlu oluyor. Ve biz buna ne diyoruz? Mantık ilmi diyoruz efendim. İşte Sinanın amcasının oğlu olan Abdullah Faruğun amcasının oğlu Miraç (aynı zamanda Sinanın da amcasının oğlu- unutanlar için bir hatırlatma) napmış, onu anlatalım: Öncelikle Miracın iki buçuk yaşında tatlı bir çocuk olduğunu söylemeli. Bu tatlı çocuk bir akşam yıldızlar ay ile muhabbet ediyor iken annesi tarafından yatağa koyulur, uyuması gerekmektedir çünkü (Mantık ilmi der ki, Miraç Sinanın amcasının oğlu ise, annesi de Sinanın yengesi olur). Annesi oturma odasında TV (okunuşu Te Ve) izlemektedir. Reklamlar çıkmıştır. “Pınar”ın reklamı vardır, fonda “ordaaaa bir köy var uzaaktaaaaaa..” türküsü söylenmektedir. Miraç bu türküyü sevmektedir. Ve ne yapar? Yatağından annesine emreder (emrederken bağırır) “Annnneeeeeee sen de söyleeee !!..”
Aman tanrım, ne musikişinas bir kuzenim varmış da haberim yokmuş.
Sonra Pasta dedim ya başta, işte şunu da diycem: Allah bulaşık makinesini icat edenden razı olsun. Hmmm.. Şimdi de mucidinin kim olduğunu merak ettim. Bi bakim, geliyorum.
Tabi ya, başka nasıl olabilirdi ki! Kadın. Bulaşık makinesini icat eden şahıs bir kadın. Bir erkek niye böyle birşey yapsın ki?! Josephine Cochran. Nur içinde yat ablacığım…

Read Full Post »

Dizi gibi olacak bu gidişle. Arada bir de “Reklamlardan sonra devam edicez efendim. Sakın ayrılmayınız bizden” mi desek. Ya da Münib Engin Noyan gibi “Şimdi bir ekmek aramız var efendim” deyip standardın dışına mı çıksak? Ama o da taklitçilik mi oluyor sanki? Hmm..
Yok kalsın. Özgün bir blog olsun bu. Çok güzel ya da çok iyi olması gerekmiyor, özgün olması önemli. Kimdi.. Victor Hugo muydu? Neyse, bir zat-ı natık “İyi olmak kolaydır, önemli olan adil olmaktır” demiş. O geldi şimdi aklıma. Sonra (bu sözün ise Hugoya ait olduğundan eminim) “Kadınlar zayıfıtr, anneler güçlüdür” demiş. Ja, dieser Spruch hat schon was, muss ich zugeben.
Sonra bugün alman bir öğretmen ile kadın hakkında konuştuk, onu da anlatim bari. Kadınlar niçin örtünür sorusundan yola çıktık. Hıristiyanlıkta da örtü var aslında, bir çoğu bunu bilmez ama, dedi. Evet biliyorum, dedim, çünkü kadının çekiciliği her dinde kabul edilmiştir. Bu yüzden (Kalvinistlerdemiydi?) eskiden hıristiyan kadınların saçlarını topuz yapmaları da mecburi idi (Ortaokulda tarih dersinden aklımda kalan bi bu var bi de merkantilizm var.) dedim. Evet, dedi, bunun direkt Havva ile ilgili olduğunu düşünüyorum ben. Sizce de öyle değil mi.. Yani kadının yaratılışında bir şeyy yön vardır.. şeyy.. dedi. O şeyy in yerini dolduramadı. Ne demek istediğini anladım. Yoo hayır, dedim, İslamda kadına o gözle bakılmıyor. Kadın, İslam felsefesine göre değerlidir. Hani değerli bir eşyanız olur ya, onu saklarsınız, herkesten sakınırsınız. Kadın da öyledir. Bu yüzden örtünmesi emredilmiştir. Ben bu açıdan bakıyorum. Anlayışlı bir beydi. Belli ki öğrenmek için gelmişti, önyargılarını tasdikletmek için değil. Uzunboyluydu. Bağlantıyı oradan kurucam şimdi: Otobüste Leyla ile karşılaştım. Babası suriyeli annesi alman olan, ortaokulda aynı sınıfta olduğumuz. Kısa boylu olduğu için takılırdı herkes ona. Şimdi ise hay maaşallah. Evet, noldum dememeli. Katılıyorum.
Sonra kendisine bir zamanlar “Sen müslüman mısın?” sorusunu yönelttiğimde “Suriyedeki akrabalarımıza göre müslümanım” şeklinde verdiği cevap geldi aklıma.
Kardeşim latince çalışıyor. Çalış çalış. Sezar ve Cicero seni bir gün öyle bir terkederler ki, anlamazsın bile. Havanı veni vidi vici ile atarsın, daha da atamazsın. Neyse.
Bir de eski romalıların inancına göre die Unterwelt varmış ya. “Yer altı dünyası”. Ama burası mafya babalarına has bir yer değilmiş. Öldükten sonra her insan ruhunun gittiği yermiş. Cennet cehennem sentezi bir mekan diyebiliriz. Bu arada eski romalılara göre ölülerin gömülmesi çok ama çok önemliymiş. Defnedilmeyen “merhum” merhum olamıyormuş. Nasıl oluyor bu iş, şöyle oluyor. Gömülmediği için ne o yer altı dünyasına göçedebiliyormuş, ne de yeryüzünde kalabiliyormuş. Arafta kalıp acı çekermiş bu yüzden. Hmm.. saçma da olsa fena fikir değil aslında, en azından gelecek nesillerin ahlaki açıdan düzgün yetiştirilmeleri için çok önemli bir sebep teşkil etmiştir kesin. “Hanım hanım, bizim çocukları iyi yetiştirelim de biz gömsünler.” Böyle dermiş babalar belki de. Bunu niye daha önce düşünemedim ben? Heureka buldum!! diye bağırasım geldi şimdi. Yok bağırmim. Gidip yatim.
Şimdi de bir uyku aramız var efendim. (İşte budur!)

Read Full Post »

Aaasuude

Türkçe sözlükte
asude: 1. Rahatlamış, sükuna ermiş, keder ve sıkıntıdan uzak, müsterih. 2. Sakin, sessiz.

Ekşi sözlükte
asude: 1. Rahşan Ecevit’in kız kardeşinin adı 2.Kuzguncukta kendi halinde, güzel ev yemekleri yapan minicik bir aile lokantası. 3. İlk iki hecesi uzun okunan kelime: aaa suu de.

Bizim sözlüğümüzde
asude: 1. Gerçek bir dost 2. Güzel insan 3. Bugün yirmibir yaşına basmış olan kocaman bir kız

İyi ki doğdun Asudemiz!
İyi ki varsın..
Aaasuude bir hayat sürmen dileğiyle..

çete

Read Full Post »

bugün biraz saçmalasam ne olur? bişeycikte olmaz dimi.. kusuruma da bakmazsınız dimi..
böyle anlamsız anlamsız ya da sadece benim için anlamlı anlamlı olan harfler karalasam buraya.. kalem ve kağıtsız.. dijital kalemim klavyemle.. dokunamadığım şu dijital sayfaya.. dijital saat.. dijital insan.. ve dijital ruh.. geçen annemle doktorda beklerken bir dergide okudum bu kavramı “dijital ruh”.. ürperdim sanki bir an.. sanki.. dijital bir ürperiş miydi o da? bu “sanki” de dijital bir sanki oldu sanki.. şimdi ben dijital bir karmaşa sergiliyorum.. beynim biraz dijitalleşti de.. bir de pokemonun bir kardeş çizgi filmi vardı.. digimon ya da dijimon diye. o geldi aklıma. ejderhalar bile dijital oldu yahu.. bir de aklıma geldi şimdi. shrek diye bir animasyon filmi çıkmıştı. artık çizgi filmlerin de tadı kaçtı dedirtmişti bana.. yine de izlemiştim ama.. her ne kadar shrekin el kol hareketleri bana ilkokulda öğrendiğimiz robot dansını hatırlattıysa da (cahildik o zamanlar, öğretmenlerin öğrettiği herşeyi büyük bir hevesle yapıyorduk), filmin kahramanı olan shrek ile sevgilisinin çirkin olması hoşuma gitmişti. şu pamuk prenses ve beyaz atlı prens dönemini atlattık demekki demiştim kendi kendime.. ama ı ı. öyle değil. hala “sanatçı” olmanın yolu güzellikten geçiyor. ahlak güzelliği mi? o da ne. dürüstlük mü? sakın ha.. müzik piyasasında yutulursun. bir de magazin proğramları var ya hani.. onlara da arada bir çık. olsun ya nolcak 70 milyon insan (hatta yurtdışını, mesela almanyayı da katarsak, daha fazla insan) senin aile içi sorunlarından haberdar ise.. suisit girişiminde bulun mesela.. woooooooowww.. bilmem kaç milyon gencin idolu olan falan “sanatçı” intihar girişiminde bulunmuş.. saçlarını sıfıra vurdurttuktan sonra.. şimdi konudan konuya atlıycam ama aklıma About A Boy geldi. Hani Kurt Cobain hayranı bir kız var ya orda, o geldi işte. şey diyordum ben. idol, evet. hayatında hiç mutfağa girmemiş bir “sanatçı” yı örnek alalım biz dimi.. vaayy ne kadar da “hür” bir kadın. emansipasyon budur işte. bir salatayı yapmaktan aciz olmak. harikasınız hamfendi.
mahremiyet diye bişey de kalmamış bu arada.. ama bunu siz de biliyorsunuz dimi..
bunu da geçelim mi.. geçelim geçelim..
sonra August Macke geldi aklıma.. yirmi yedi yaşında savaşta düşen.. bi altı sene sonra onun kadar uzun ya da kısa yaşamış olacağım.. sonra şimdi İm Westen Nichts Neues geldi aklıma.. Erich Maria Remarque imzalı bir eser.. Birinci Dünya Savaşı hakkında.. askerler var orada.. ölen ve öldüren.. Maupassantun alman askerlerine karşı beslediği nefret geldi aklıma.. sonra kardeşim geldi aklıma.. fransızcası benimkinden iyi olan. bacak kadar çocuk diycem şimdi, ama öyle de değil. abla dessines-moi değil, dessine-moi olacaktı. emin misin? evet, birinci tekil şahıstan geliyor.. tabi o, birinci tekil şahıs demedi. Erste Person Singular dedi. bi de biz burda almanlaştık mı ne.. almanlaşmak dedim de.. geçen yemek tariflerine bakarken, bu arada bloglarda çok harika yemek tarifleri var, fırınlamak sonra mikserlemek robotlamak gibi kelimelerle karşılaştım. yok kardeşim, benim türkçem kıtsa da bu kadar da uydurukçuluk yapılmaz ki dedim. oturgaçlı getirgeç gibi. düşünsenize anneme anneciğim diyeceğime doğurgaçcığım diyorum.. Mamiii demeyi tercih ederim. bi de annem almanca öğreniyor ya, harika bişey ya. ders kitabını açıyor, orada bir tane kız var şimdi, iki tane tavşanı var, isimleri de Schnuffi ile Poppel. sonra ben çok gülüyorum, sonra annem gülüyor. sonra birlikte gülüyoruz. sonra anneme “seni seviyorum” deyip yanağına da bir öpücük kondurup çıkıyorum odadan. Sonra hayat süper güzelleşiyor.. sonra bu dünyada ne çok kalbi temiz, niyeti iyi insan var diyorum içimden.. aklıma arkadaşlarım geliyor. sonra başka şeyler de gelmek istiyor aklıma.. ama beynim üff sina nedir bu senden çektiğim diyor..
tamam ya, gittim.
son bişey, valla sonra gitcem. iranlılar çok sessiz ve sakin bir millet. konuşurken bile sessizler.

Read Full Post »

Çeteme özel

yirmibir mart ikibinyedi tarihinde berlinde bir otobüste kolsaatleri ondokuzu yirmi gösterirken, biri “ya şu yanımdaki kadın da bir kaç kadeh içmiş.. elindeki çiçeklerin ismini sorduğuma pişman etti beni..” gibi gereksiz düşüncelere dalmıştır (acaba kim?)… derken ceptelefonu çalar..

ben var ya telefonu pencereden atıcam birazdan. hatta evdeki tüm telefonları imha etmeliyim. avukat arayıp hesap soracakmış da bana. hatta öldürme gibi bir niyeti de varmış. aklı sıra bir kaç kanun manun ezberledi ya, bir iki ay yatıp çıkarım diye düşünüyor galiba 😛

sevgili çeteciğim, canım çetem, güzel insanlar,
bitanem asudem, hayatım avukatım, gülüm nazendem,
valla buluşacağımızı unutmuştum. şimdi şeyy.. çok üşüyordum.. bir an önce eve gitmeyi istedim… o yüzden şey oldu..
valla benim suçum yok.
hep bu soğuk havalar yüzünden!

kendimi affettirmek için size bişey anlatim mı? 🙂
bugün ummibilal ile buluştuk ya, ben bişey dedim, sonra o bişey dedi sonra dedim ki:
“Allah gönlüne göre verecektir.. İnanıyorum buna..”
Ummibilal ne dedi sizce:
“söz mü?”

Read Full Post »

Bir andı.. Sırtı dönük oturuyordu.. Başında fesi vardı.. Gözleri kim bilir ne yöne bakar durumdaydı.. Dalmışmıydı.. Gitmişmiydi bir yerlere.. Başka dünyalara.. Çok uzaklarda var olan.. Tek başına yaşadığı dünyalara.. Bir o kadar da kalabalıktı sanki.. Huzur dolu yine de.. Hayali dünyalardaydı belki de.. Ruhu..
İsmini koyamadığı.. Koymaktan korktuğu ya da..
Elindeki çay bardağının sıcaklığını dahi hissedemiycek kadar uzaktaydı.. Soğuttuğunun farkında olmayacak kadar zaman ve mekandan uzak..
O gün.. o an.. niçin.. oturuyordu orada?..

Bilinmez..

Ya da oturuyor muydu ki? Belki de sadece August Macke’nin zihninde vardı orada biri.. Başında fesi ile.. Türk kahvesinde.. Yalnız.. Güneşli bir günde.. 1914ün sıcak bir yaz gününde muhtemelen.. Ya da akşam mıydı? Belki de hava güneşli değildi.. Geceydi.. Sokak lambalarının ya da bir fenerin geçici ışığı idi etrafı aydınlatan.. Geçici bir aydınlıktı.. Geceyi delen.. Ya da geceye sarılan.. Geceyi örten.. Geceydi.. Örten..
Geceler vardı.. Geçen..
Yaklaştıran.. Geçici olmayan geceye.. O gece.. nefeslerin kesildiği.. Bedenlerin yere yıkıldığı.. Toprağın kanla birleştiği.. Birinci Dünya Savaşında Macke’nin düştüğü günün gecesi gibi.. Kalbinin atmamaya başladığı gece.. O gece bir başlangıcın gecesiydi esasen.. Aslında birşeyler başlıyordu.. Dünya bitince başlar herşey.. Genç yaşta.. Savaşta.. Toprağa.. Kanla.. Kavuştuğu günün gecesi birşeyler başlamıştı işte..

Ve bundan tam dört sene önce de Irak bombalanmaya başladı..
Bir geceydi yine..
Geceler başlangıçlara gebedir..
Geceler çok şey örttü.. Gözlerimizi örttü mesela.. Oradaki zulmü göremez olduk.. Kanları örttü.. Renklerinden habersiz olduğumuz.. Haykırışları örttü bir de.. Çığlıkları.. Bedduaları.. Bedduaları?..
Yoo.. Hayır… Hayır Gece! Onları örtemezsin! Beddualar örtülmez.. Mazlumun bedduası asla!
Bir de gerçekler, onlar da aşikar.. Biz göremesekte.. Başımızı başka yöne çevirdiğimiz için.. Sırtımız dönük oturduğumuz için..
Allahu alem..

Allahu.. Alem..
Allah..
Alim..
O
Basir..
O
Semiğ..
ve
yine O.. Kahhar!..

Read Full Post »

Boğaz ve kafa

Sina zaping yaparken bir kanalda takılıkalır. Ekranda kameralara poz veren, suni gülücükler saçan tipik bir “sanatçı” vardır. Arkasında ise muhteşem bir boğaz manzarası.
Sina: Aaaaa… İstanbuuuulll…
Annesi: Bu kız kafayı yemiş..
Sina: 🙂

Read Full Post »

harikasın çocuk!

Abdullah Faruk (5-6 yaşlarında) annesine:
Sina abla yine gelecek mi? Hani geçen sene Zeytinin Burnuna gelmişti ya..
🙂

Sen emret Paşam,
Zeytinin Burnuna da gelirim, Üskünün Darına da, Kadının Köyüne de 😛

Read Full Post »

İyileşmek çok kolay

Paulo Coelho.
İyi adam. Derdi olan bir insan. Sıradan fakat yine de sıradışı biri.
“Simyacı” güzeldi. Diğer kitapları da güzel. Bunlardan biri de 1998 ila 2005 yılları arasında kaleme almış olduğu bir kısım yazılarının toplandığı “Sei wie ein Fluß, der still die Nacht durchströmt” adlı kitabı (türkçe ismini sormayın, bilmiyorum çünkü; kelime kelime tercüme etmem de yazara ve mütercimlere saygısızlık olurdu herhalde, o yüzden vazgeçtim.)
Yazılarının temaları “sevgi” ve “inanç” merkezli. Hikayelerle, rivayetlerle, örneklendirmelerle dolu bir eser.

İşte paylaşmayı istediğim bir hikaye:
Paulo Coelho’nun gazetelerden okuduğu olay Brezilyada cereyan ediyor (Paulo Coelho’nun vatanında yani. Ah avatanım ah!.. Neyse konuyu dağıtmayalım). Bir çocuk anne babasından dayağa ve işkenceye maruz kalır (bu alemde insan kılıklı yaratıklar da var maalesef). Öyle ki, çocukcağız artık konuşamaz iştemez ve hareket edemez hale gelir. Hastaneye kaldırılır ve bundan sonra bakımını bir hemşire üstlenir. Bu hemşire, doktorların “Boşuna uğraşma, işitemiyor” deyişine aldırmadan o çocuğa her gün “Seni seviyorum” der. Aradan üç hafta geçer ve çocuk hareket etmeye başlar. Dört hafta geçer. Çocuk konuşmaya ve gülümsemeye başlar. Ve sevgisiyle şifa vesilesi olan hemşire muhabirlerin tüm ısrarlarına rağmen ropörtaj edilmeyi kabul etmez. İsmi de meçhul kalır. Ve Paulo Coelho der ki: Sevgi değiştirir, sevgi iyileştirir..

Read Full Post »

Older Posts »